Tag Archives: 3 +

Ayın Ürünü – ELC Bal Arısı Ağacı

Her oyuncakçıda aynı sıkıcı ve trend oyuncakları görmekten öyle sıkıldım ki Early Learning Center (ELC) dan başkasına bakmaz oldum. Bu ürün de gene ELC’den. Orjinal adı: Honey Bee  Tree. 2-4 kişi ile oynanabiliyor. Ki bizim için önemli,  hep beraber oynayabiliyoruz ve sıkılmıyoruz oynarken. Malum Selim’in bireysel oyunları pek sıkıcı ve Selim oyun oynayalım, dedi mi, İlter de ben de kaçışıyoruz. Yahut daha beteri birbirimize paslıyoruz. Ürün 3-8 yaş aralığına hitap ediyor. Selim’den ziyade ben bayıldım buna. Zarif bir ev süsü havasında üstelik. Ayıp olmasa kurup öylece koyacağım salona. Denemedim de değil. Lakin Selim her defasında dağıtıp gidiyor özene bezene kurduğum ağacımı (!).
Oyun şöyle oynanıyor: ağacın gövdesini kuruyoruz ilkin. Ardından yeşilin tonlarında olan, güzelim yaprakları deliklerden geçiriyoruz zevkle (bunu zevkle yapan benim aslında) ve ağacın içi ağ gibi örülüyor. Sonra da topik, sevimli bal arılarını ağacın içine dolduruyoruz (Bu da Selim’in sevdiği kısım)

Ve oyun başlıyor. Dalları bir bir çekiyor sırası gelen oyuncu. En az arı döken kazanıyor. Herşeye kendi bir sistem bulmak isteyen Selim ise oyunu tersine çeviriyor. Ve en çok döken kazansın diyor. Genelde tersine oynuyoruz bu nedenle.

Basit ama çok başarılı bulduğum bir ürün. Mothercare mağazalarında Early Learning Centre’a ayrılan oyuncak bölümünden temin edilebilir. Mothercare Teşvikiye sanırım içlerinde en büyük kapasiteye sahip.

BilimSelim – Oyun Ablası & Tanışma

Yükümü yükledim, gemimi teslim ettim sahibine. Geminin sahibi durur mu hiç, hemen cevap verdi arzuhalime. İlkin  zihnimi berraklaştırdı, çocukları da durdurdu melekleriyle, böylece kudurmadılar da duruldular aksine. -Oyun Ablası- yazdım Google Search’e ilk önce. Ara dedim ve ilk sonucu çarçabuk inceleyip, aldım telefonu elime. Doğrusu uyuşuk Deli Anne pek cabbar kesildi birdenbire. Hızlı bir kaç görüşmeden sonra adaylar bir bir gelmeye başladı bize. Böylece başladı şenlik evimizde.
Selim ile Abla1 Selim’in odasındalar. Bir yandan oyunla meşguller, bir yandan sohbetteler:
Abla1: Müzik dinlemeyi seviyor musun? 
Selim: Evet ama özellikle sert müzik. Mesela Kaplanın Gözü (Eye of the Tiger- bahsi geçen şarkı. Sert müzik kelamını da kendi algısıyla  buldu, o kalıbı bildiğinden değil. Ve ciddi bir biçimde Rock seviyor. Radyo frekanslarında dolaşırken genellikle Radyo Eksen’de durduruyor bizi ve hayır yıllar var ki Rock dinlemiyoruz) 
Ve devam ediyor konuşmasına Selim: 
-Ben büyüyünce elektro gitar çalacağım. Hem çalıp, hem de pedala basacağım. Bir de grubum olacak. Grubun lideri de ben olacağım.(Selim bir şey söyleyince bazen öylesine söylediğini sanıp  savsaklıyoruz ama zamanla ne kadar yanıldığımızı anlıyoruz her defasında. En son dedi ki bana: ben birşeyi söyleyince boşuna söylemem! Elektro gitar konusu da buna örnek. Bir kere söyledi ve hep söyledi.  Liderliğe gelince: grup ve hayvan sürüsü bileşiminden elde etmiş sanırım)
Yeni fotoğraf makinası alınca eskisini Selim’e hibe ettik. Sinemacı Yetiştirme Projeme destek olması maksadıyla. Abla2 geldiğinde çekim aşamasındaydı Selim. Konuya direkt daldı bu sebeple:
-Benim en sevdiğim şey fotoğrafçılık. Sizi çekebilir miyim? (Yeni tanıştığı yetişkinlere kendiliğinden -siz- demesi çok hoşuma gidiyor. Ama asıl hoşuma giden fotoğraf çekmek için izin isteme nezaketini göstermesi, bu inceliği kendiliğinden farketmesi idi.)
Abla2 ile Selim oyun oynamaya geçiyorlar ve bir yandan sohbet devam ediyor haliyle;
Abla2: Selim, sen okula gidiyor musun?
Selim: Benim bir okulum vardı ama taşındılar, sanırım Türkiye dışına. Japonya’ya ya da Amerikanya’ya. (N’olacak bu çocuğun Japonya ve Amerika(n)ya sevdası? Hadi Amerika’yı anladım, dinozorları ve filmleri sorunca kaynak olarak oraya gösterdik, belki de ondan bu sevda ama Japonya konusunda hiçbir fikrim yok)
Laf olsun diye konuşmalara paye vermez Selim. Hele ki çocuklarla diyalog kurmayı onlarla inatlaşmaya ve cahiliye döneminden kalma iletişim taktiklerini kullanmaya kalkanlara tahammülü hiç yoktur. Baskıdan da annesi gibi hiç hazzetmez. Ne yazık ki Abla3 tam da aksi yönde idi Selim’le. Selim oyun isterken o ısrarla soru yağmuruna tutuyor ve bir türlü sorusundan vazgeçmiyor, takılmış plak gibi aynı şeyde diretiyordu.
Abla3: Sen saymayı biliyor musun?
Selim: Biliyorum.
Abla3: Kaça kadar sayabiliyorsun?
Selim: Bine kadar.
Abla3: Bine kadar mı, say bakalım!
İşine gelmeyen sorularda başka konular atar ya ortaya gene öyle yaptı:
Selim: Dinozorlarla oynayalım mı, sen garnotorusu al ben…
Abla3:Saysana Selim, kaça kadar sayıyorsun?
Selim: Ben triceratopsu alıyorum. Burda da velosiraptorlar ve parasaurulopuslar va…
Abla3: Saysana Selim, hadiii… Bu cümle değişik versiyonlarla defalarca kullanılınca abla tarafından, ben müdahale etmemek için kendmi zor turarken Selim kesti hikayeyi ve
-Offf! Sayma konusunu kapatalım artık! Sen hep saymaktan bahsediyorsun! (Bu diyalog ne yazık ki sırayla gitmedi, konuşmalar içiçe idi, birinin söylediği diğerinin üstüne bindi devamlı)
Belgesel aşığı Selim’e yılbaşı hediyesi olarak Life (Hayat) Belgeseli‘ni aldı İlter. O günün sabahında da izledi gene bir kaç bölüm, ardından Abla4 geldi ve odasına geçtiler Selim’in. Bir parça sessizlik oldu nasılsa ve atıldı Selim:
– Biz de bir belgesel var, doğum günü hediyem. Life yani Hayat Belgeseli. Orda gümüş sırtlı maymunlar var, et yiyorlar. Ben daha önce maymunların et yediğini bilmiyordum. (Büyük insan gibi konu açma teşebbüslerinden biri Selim’in. Belgesel çocuğu BilimSelim olunca havadan sudan konuşmak için konunuz da hayvanlar oluyor gene. İlginç olan yetişkinler gibi bu tanışmalar sırasında hafiften bir gerginlik hissedip, konu açmaya çabalaması idi. Ve daha ilginç olan konuyu açanın abladan ziyade Selim’in olmasıydı)
Abla4: Renklerin ingilizcesini biliyor musun Selim?
Selim: Eveet.
Abla4: Bana öğretebilir misin?
Selim: A, evet tabi. (Hiç düşünmeden evet dedi. Gel sana bir şey öğreteyim denmesine, asla olumlu cevap vermez ama -sen bana öğret- cümlesine hayır demediğini bu vesileyle öğrendim)
Selim’in şu 2 katlı ikea yatağından var. Hani tenteli olan. Alt katına da -Kuncik- ismini vermişler teyzesi ile. Oraya girip kitap okutmayı pek sever. Abla5 geldiğinde de oyun isteklerini tamamen reddedip Kuncik’e girelim diye tutturdu. Abla5 de ilk kez geldiği evde sereserpe yatmak istemedi haliyle, reddediyor ve -oyun oynayalım, yorulunca gideriz- oraya diyor. Selim sıkıştırıp duruyor, gidelim diye ısrar ediyor. Defalarca sordu ve ertelenince isteği her defasında, atıldı:
-Sen de ne enerjikmişsin yahu! (Mesele kitap okunması mıydı yoksa 5 yaş libidosu mu şüphelendim doğrusu bunca ısrara karşın)
Duyuları ve algıları çok açıktır Selim’in. Güzel koku delisidir mesela. Yanısıra her türlü kokuyu alır. Yüzünde minik bir çizik olsa ve bir milim kanasa kokusundan anlar. Yüze krem sürünce gidip gelip koklar, parfümleri sever, gül kokusunu pek sever ve haliyle Peygamber Efendimizi, parfümlerimi çok kurcalar, sonunda bir şişe gözümden sakındığım Christian Dior Addict’i boşaltır ve bir hafta kokunun yoğunluğundan bayıltır, AVM’lerde oyuncakçıdan ziyade sabuncularda vakit geçirir, el kadar çocuğa boy boy sabunlarla döneriz eve. Dolayısıyla güzel kokan insanları sever. Çoğunlukla da kadınları. Abla5 de güzel kokuyordu. İyice yaklaşmış olduğunu tahmin ediyorum bu sırada:
Selim: A, tenin çok güzel kokuyormuş!
Abla6 ile odasındalar gene. Evde boy boy çizdiği resimlerden birini hediye ediyor ona ve ekliyor;
– Ben seni, Zuzu ablayı, ve ilk ablayı sevdim. Sevdiğim için de kendi yaptığım bu sanat eserini(!) vermek istiyorum sana.
Abla6’ya kalp çizmek istiyor. Abla6 ondan önce davranıyor. Ardından hem çiziyor hem de anlatıyor;
– Ben öyle kalp yapmıyorum. Ben şöyle yapıyorum. (3 parçada tamamlıyor çünkü) Türkler böyle yapar! (Sanırsın çocuğa -sen Türksün, Türkler böyle yapar, hay Hitler!- diyen bir aileyiz)
En son karar aşamasında sordum Selim’e. Hangi abla gelsin istersin diye. Üçünden de vazgeçmedi. Üçü birden gelsin dedi. Birini seçtik haydi hayırlısı!

Ayın Kitabı – Mutlu Kaplumbağa

Mutlu Kaplumbağa; Gene favorim Odtü Yayıncılık’tan çıkan, Bologna Çocuk Kitapları Fuarı 2004 yılı Avrupa En İyi Çocuk Kitapları Ödüllü seriden sevdiğim/sevdiğimiz bir kitap daha. Kitap için anasınıfı,1,2 dense de okuyorum ben Selim’e ve o da dinliyor keyifle. Sıradan hikayelerden uzak bu seri benim bile ufkumu açtı doğrusu. Günümüzde herşeyin çok hızlı olması sebebiyle kaçırdıklarımıza dokundurdukları açısından çok başarılı. Keşke ağırdan alabilsek biraz yaşamayı, her anı. Ya da gerçekçi olup bir kısmını diyeyim. 
Kitabın teması: Merak, deneme yanılma, çevre ve doğa sevgisi, arkadaşlık.
Konusu: Küçük kaplumbağa güneşi, ağaçları, nehri ve arkadaşlarını selamlıyor her gün. Çok mutlu. Bir gün yanından geçen bir tavşan ona “Neden daha hızlı yürmeyi denemiyorsun?” diyor ve olan oluyor..

Yazan: Akram Ghasempour
Resimleyen: Lisa Jamileh Barjesteh (İllüstrasyonlar serinin diğerleri gibi harikulade değil ama sonuçta heribirinde farklı bir tarz denemiş belli ki)

Ayın Ürünü – ELC Projektör Masası

Yaratıcı, akılcı ve özel oyuncak markası, tek geçtiğim favorim Early Learning Center (ELC)’dan bayıldığım bir ürün. Projektöre yerleştirilen film tabletlerden istediğini seçen çocuk, kolaylıkla resim çizebiliyor. Çizim kuvvetini ve  kabiliyetini ve  de haliyle çocuğun özgüvenini perçinleniyor. Üstelik yetişkin yardımı almadan ve buna ihtiyaç duymadan, kendi başına uzuun saatler geçirebiliyor bu ürünle. 1 ay boyunca otelde kaldığımız döneme denk düşen bu ürün hayat kurtarıcım oldu, Selim için de en iyi meşgale.
Ürünün içinde 6 adet film, 2 kalem, yedeğiyle bareber 3 ampül mevcut. Yanısıra ayrıca satılan Projektör Kitleri var.

Ki Dinozor Kitini almıştık, harikulade idi. İçinde dokusu değişken kumaş ve kağıtlar, kurdeleler, boya kalemleri vs. mevcut idi. Bu şekilde kesip kullanmak da olası çizimleri. Örneğin keçe kumaş bile konmuş. Giysiye bile dikilebilir. Ki Selim için çok makbul olur böylesi bir tişört.

Daha fazla bilgi için resmi sitesine ve kit için  tıklayınız. İstanbul’da Teşvikiye ve Suadiye mağazalarında bulunabilir daha çok.

Ebe Sobe & 5N1K Anaokulu mu o da ne?

Sevgili Kaderdaşım Elif, nam-ı diğer Blogcu Anne beni sobelemiş Anaokulu konusunda.  Altından kalkar mıyım bilmem ama naçizane fikirlerimi yazayım istedim ben de. 
  • Çocuğunuzu kaç yaşında kreşe gönderdiniz yahut göndermeyi düşünüyorsunuz? Kreşe göndermek için beklediğiniz başka bir şey var mı? 
Ben çocuğun  2-2,5 yaşına dek sadece annesine ihtiyacı olduğuna inandım hep. Çocuğuna göre bu aralık  ufak sapmalar gösterebilir, nitekim erken sosyalleşme ihtiyacında olan çocuklar da sözkonusu olabilir ama 2+  kriterdir benim için. Kendi adıma. Fikri sabit biri değilimdir hiç ama bu konuda  ileri derecede takıntılıyım niyeyse. Başkası farklı düşünebilir elbette. 
Bu süre zarfında çalışmayan bir anne olmak benim tercihimdi. Zaman zaman sevindim, çoğu zaman delirdim, -ah keşke yapmasaydım!- dediğim bir çok eylem de edindim ama geriye dönüp baktığımda kutladım bizi bu kararımızdan dolayı ve muhtaç olmadığım için de çok şükrettim. Ki Selim çok zor bir bebek olmasına rağmen, çalışmak bir kolaylık, büyük bir nimet bile olabilirken, direndim gene de, yarım yamalak da çıksam bu raunttan, gene de iyi idare ettim. Benim bu durumdan çoğunlukla hoşnut olmamdı galiba esas olan, nitekim bir başka anne çalışmazsa mutsuz olabilirdi, ben çalışmadığım için mutluydum.
Selim’in kreşe başlama evresi ise; milimetrik artışlarla oldu denebilir. Şuurlu bir eylem değildi ama belki en iyisi böyleydi. İlkin Petersburg’da bir sanat okuluna gitti 1 saatliğine, sonra oyun grubu, sonra kötü bir deneyim olan kreşe haftada 3 gün ve en son anaokuluna. 
  • Çocuğunuza kreş seçerken sizin için en önemli kriter nedir? Olmazsa olmaz diyeceğiniz, bu sağlanmazsa evde bakılsın daha iyi diyeceğiniz?
Bunu nasıl tespit ederim emin değilim, olsa olsa içgüdüsel olarak  hissedilir; yaptığı işin ehemmiyetinin şuurunda olan öğretmenleri olmalı o kreşin. Ne  denli büyük bir şeyin; bir insanın, emanetçisi olduklarının farkında olan , her çocuğun tek tek ebeveyni için ne denli kıymetli olduğunun ayırdında olan ve buna uygun davranan, müşfik öğretmenlerin olduğu bir kreştir aslolan benim için. Çocuğumun sevildiğini, önemsendiğini ta yürekten hissettiği ve buna mukabil severek gittiği bir kreş olmalı. Kısaca sevdiği ve sevildiği bir yer olmalı. Bunun yanısıra somut bilgiler önemli elbette ama iyi bir ahlak eğitimi olmazsa olmazımdır benim için. Ben çocuğumun her yarışta birinci olmasını değil, tatminkar, ahlaklı, vicdanlı olmasını gözetirim daha çok. Bir de kreşte güvenlik ihmalkarlık gösterilmeden, son derece profesyonel olarak sağlanmalı. Merdivenlerden hiç hazzetmiyorum mesela. Son okulumuzda çocuklar bir görevli kontrolünde asansörle indiriliyordu ve pek hoşuma gidiyordu.
  • Türkiye’deki kreşlerde rastlamadığınız, keşke olsa dediğiniz bir uygulama var mı?
Var. Yurt dışında bebeklerin ve çocukların her gün düzenli olarak dışarıya çıkarılması ve en az yarım saat dışarda vakit geçirmelerine olanak sağlanmasına hayranım doğrusu. Rusya’daki kreşlerde -35 dereceye kadar çocuklar mutlaka bahçeye çıkarılıyordu  her gün, keşke bizde de uygulansaydı dediğim bir bu var aklımda.
  • Türkiye’deki kreşlerde yaygın olarak rastladığınız ve saçma bulduğunuz bir uygulama var mı?
Bazen keşke sadece yaşa göre sınıflandırmasalardı dediğim olur. Çocuğun tüm gelişim durumu dikkate alınarak hangi sınıfta olması gerektiğine karar verilseydi  diye düşünürüm ama detaya inmedim bu düşümcemde daha.
  •  Çocuğunuz kreşe gidiyorsa, kreşe başladıktan sonra en çok zorlandığınız konu ne oldu? Henüz gitmiyorsa zorlanacağınızı düşündüğünüz?
Yemek ve öğlen uykusu en çok zorlandığım konular idi. Bir hafta kadar kuş gibi beslenmesini seyretmek zorunda kaldım. Zira okulda yemekhaneye adım dahi atmıyordu, yemekhaneye giden yolda kızılca kıyametler kopuyordu. Bir de öğlen uykusu deli ediyordu onu. Üstelik zorla uyutmayıp, -sadece dinlen- önerisine bile tahammül etmiyor, kendisi uyumadığı gibi diğer çocukları da uyutmuyor ve tam bir karmaşa oluşturuyordu. Yemek ve uyku saatleri dışında halim selim olan çocuk, bu saatler içinde ise yaban hayvanı gibi davranıyordu tamamen. Utanç içinde duvarları tekmelemesini, avazı çıktığı kadar bağırmasını seyrettim günlerce. Ama 2 hafta içinde normalleşti durum.

Bir de her çocuk gibi sürekli hastalığa yakalanması söz konusu oldu. Hatta biri bitmeden diğerine geçiş yapıyordu. Üstelik Alerjik Astım’ı vardı, hastalığı şiddetli geçiyordu epey. Giderek seyreldi hastalıklar ve aralığı artmaya başladı neyse ki.
Ve bir de okulun kurallarına üstün bir direnç gösterdi. Israrla onları delmeyi denedi. Gene hemen her çocuk gibi, bizimki biraz fazla direnç gösterdi sadece. Ders saatlerinde aykırılık ve ayrıcalık istedi devamlı. Bir kaç denemesi başarılı olunca diğer çocuklar da yoldan çıkmaya başladı, neyse ki öğretmenler ipleri ellerine alıp hal yoluna koydular hepsini.
Ha bir de; ne yazık ki oyuncak gününde gördüğü Bakugan, Ben10 kabuslarını öğrendi ve kaçamayacağımız bir şekilde köşeye sıkıştırdı bizi.
  • Çocuğunuz kreşe gidiyorsa, kreşe başladıktan sonra çocuğunuzda gözlemlediğiniz en olumlu gelişme ne oldu? Henüz gitmiyorsa kreşin gelişimine en büyük katkısı ne olur sizce?
Hayatımıza ve en önemlisi onun hayatına bir düzen geldi. Yatış ve kalkış saatleri sabitlendi. Hayatta uyması gereken kurallar olduğunu ve buna riayet etmesi gerektiğini öğrendi. Kazanılan stickerlar, teşvik politikaları, her gün öğretmeni ve her akşam annesi tarafından doldurulan davranış çetelesi sebebiyle olumsuz davranışları büyük oranda düzeldi. Evde de devam ettirme çabası görülmeye değerdi. Bir de; okulda çok yorulmanın etkisiyle, başını yastığa koyar koymaz uyumayı becerdi. Bu çok, çok önemli bir nimetti bizim için.Öbür türlü uykuya geçmesi saatler sürebilirdi.
Şimdi böyle ahkam kesiyor gibi görünmeme rağmen acı bir itirafta bulunmak gerek; taşınma niyetindeyiz bir süredir ama üşengeçliğin ve kararsızlığın dibindeyiz. Bu yüzden Selim’i okula da yazdırmadık henüz. Ve bu gariban çocuk -okula gidiyor musun?- diye soran herkese -okullar daha açılmadı- yanıtını vererek hem içimizi dağlıyor hem de rezil ediyor bizi. Bu cevabı ona okullar tatilken söyledik ama o hala durumu böyle zannediyor ne yazık ki. Düzeltmeme rağmen üstelik.

Az kalsın unutuyordum: Özlem, Nihan, Yeliz, Evren, Yasemin (sen bebeğinden dolayı muafsın dilersen:), gördüm sizi, hiç saklanmayın. Sobe!!! (İçinizden bazılarına uymayabilir sorular, bazısının da canı istemeyebilir, boş geçebilir ve istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz, süreniz başladı.. Tatildekiler dönünce yazabilir:))

5N1K; Ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl, Niçin, Kim?

    Dinozor Kralı

    Ben10, Ben10 Alien Force, yetmedi Ben10 Mania, Bakugan, Secret Saturday, Hero 108 vs. gibi  birbirinden sevimsiz filmin ve bunların yarattığı çılgın dalganın önünde üstün bir direnç göstererek set kurmuştur Deli Anne bugüne dek. Deli bir anneden beklenmeyecek bir istikrarla üstelik. Ama şimdilerde ne ara ortaya çıktığını bilemediği öyle şiddetli bir dalgayla karşı karşıyadır ki, ona düşen şöyle sessizce bir kenara çekilmek ve hatta selamlamaktır bu dalgayı. Dinozor Kralı adlı çizgi filmdir bahsi geçen. 3 yaşından itibaren arabalarla, herkesçe bilinen hayvanlarla, alelade oyuncaklarla ilişiğini kesen ve dinozorlar, ejderler, timsahlar, köpekbalıkları ile yatıp kalkan Selim’e bu filmi yasaklamak eziyetin de eziyeti olur hem. Ve de çok güç elbette.
    Zira bu film ortaya çıktığından beri her gün, şafak sökmeden daha, istisnasız şu ritüel gerçekleşir; 
    Bekarlık günlerinde gibi gece 02:00 civarında yatağa giren ve son iki saatini Kerim’in debelenmesiyle, uyku ile uyanıklık arasında geçiren hem Deli, hem Budala Anne derinlerden birinin kendisine seslendiğini işitir,
    – Anne… Anneeeee!! 
    Deli Anne sesi duyar ama cevap verecek şuurda değildir henüz. Hatta şuursuzluğun dibindedir. Derken ses çoğalarak kulağına çalınır gene Deli Anne’nin.
    – Anne… Anneeeee!! Dinozor Kralı… 
    Deli Anne nispeten uyanışa geçmiştir. Ancak kelimelere hala çok uzaktır, dudaklarından sadece ünlemler dökülür;
    – Hı, ha, ne?  
    – Anne… Anneeeee!! Dinozor Kralı… Dinozor Kralı’nı kaçırdım mı? Yataktan zar zor doğrulan Deli Anne buğulu gözlerle saate bakar ve
    – Hö! Selim, saat 6 daha, uyusana, çok var daha Dinozor Kralı’naaaghh!!! Nitekim Dinozor Kralı 08:30 da başlamaktadır. 
    – Anne saate bakcam ben, bir de JoJo’ya, diyen Selim çoktan yatağından inmiş Tv-ye doğru yol almaktadır.
    Selim’in bir daha uykuya geçemeyeceğini ve birşeylere dalmazsa kendisinin ve Kerim’in  burnundan getireceğini de çok iyi bilen Deli Anne “Bir şey tamamen kötü olamaz,  içinde illa ki iyi birşeyler de barındırır!” felsefesini uydurur uyku arasında ve kendini akladığını sanarak -tamam- der. Yarım yamalak uykuya geri dönmeye uğraşır. Ancak iç kıvranmaları devam eder ve bunlara cevap vermek mahiyetinde yeni uydurmalar yapar. İç konuşmalar baş gösterir derken. 
    -Ne diye kıvranıyorsun, çocuk saati bile öğrendi bu vesileyle.
    -Hadi be, işin kolayına kaçıyorum, rahatıma bakıyorum desene sen şuna!
    -Şuna bak hele! Sen ne demek istiyorsun bana? Çocuğumu düşünmüyor muyum yani? Hem bak sadece o değil, artık bu film sayesinde oturup saatlerce oynamıyor mu dinozorlarıyla?
    -Ve sana gün doğuyor değil mi? 
    -Aman, biraz kendimi düşünsem ölür müyüm? Hem bu film diğerleri gibi zararlı değil bana kalırsa.
    -İnsanlar savaşmıyor tamam ama dinozorlar dövüşüyor boyuna. 
    -Sen de çok didikliyorsun be budala kadın! Off, dert anlatılmaz sana.
    Bu sırada henüz uyumuş olan Kerim de çoktan uyanmıştır. Deli Anne’ye de uyanmaktan başka yapacak şey kalmaz.

    Ayın Ürünü – Kidorable Set

    Kidorable’in yağmurluk, çizme, çanta ve şemsiye’den oluşan bu seti inanılmaz şık ve cezbedici. Üstelik onlarca çeşidi mevcut. Özellikle kız çocukları için çılgın modeller var. Hollywood yıldızlarının çocuklarını bile sarmış bu çılgın moda. Hele ki annesiyle taban tabana zıt kokoş Suri Cruise her modelinden edinmiş sanırım. Bol yağmurlu geçen bu seneye uygun düşüyor tam da bu setler. Hele ki Selim gibi su birikintilerine çıldıran bir çocuğunuz varsa ideal oluyor. Selim dinozor vurgunu olduğu için ona dinozorlusundan aldım ve müthiş bir sürpriz oldu ona. Yağmurlu günleri iple çekiyor şimdilerde.

    Caillou Psikozu

    Çocukların da, ebeveynlerin de pek sevdiği, annelerin çocuklarını televizyonda o varken rahatça  başbaşa bırakıp, işlerine bakabildikleri, sıcak, sevimli, güzel ahlaklı Caillou. İddia ediyorum Selim bir çok güzel davranışı Caillou’dan edindi. Uzunca bir süre kendisine Kayu dedirtti. Uzunca bir süre Caillou gibi -annecim, ta-maam!- diye vurguladı sözcükleri. Rica etmeyi, teşekkür etmeyi ve daha bir çok nezaket kuralını Caillou’dan öğrendi.

    Uzmanlarla hazırlanan bu çizgi dizinin bir çok çocuğun karakterine yaptığı olumlu etki yadsınamaz.  Ben bile oturup zevkle izliyorum, belki yüzlerce kez tekrarlanan bölümlerini. Mutlu bir ailede, mutlu bir çocukluk  geçirmenin resmi adeta.  Kısmen gerçek hayata denk düşen izdüşümleri ile çocuğa da, anne ve babaya da, hatta büyükanne, büyükbabalara bile yol gösterici niteliğinde, bazen. Mesela Caillou’nun annesinin ev kıyafeti ve hafif göbekli hali bile mesut etmeye yetiyor beni, zira benim hayatıma uygun düşüyor bu hali. 
    Başlarda körü körüne bağlılık gösterdiğim bu dizinin beni korkutan çok tarafı olduğunu fark ediyorum günden güne. Zira Selim büyüyor, algısı değişiyor, akıl yürütüyor ve kendi hayatına uyarlıyor izlediklerini. Caillou Kanada yapımı bir çizgi film ve yaşayış tarzları da yaşam koşulları da ona göre. Örneğin bizim evlerimizin Kanada tipi aile evleriyle uzaktan yakından ilgisi yok. En azından benimkinin ilgisi olmadığı kesin. Nitekim 3 odalı sıradan bir apartman dairesinde zar zor sığışarak yaşıyoruz. Çocuklarımızın ayrı ayrı odaları, yetmedi bir de oyun odaları yok, devasa bahçelerimiz, rahatça bisiklete binebildikleri, paten kayabildikleri tertemiz sokaklarımız da yok. Bizde Kanada yaşamının vazgeçilmezi olan,  sık sık doğaya karışma, pikniğe gitme, kamp kurma yok, kayak, kızak faaliyetleri  ise hiç yok. Bahçede barbekü partileri de yok, pinatalar da yok, buz hokeyi de, beyzbol da pek yok. Selim bu çizgi filmi izlerken yaşamın bu faaliyetlerden ibaret olduğunu sanacak diye korkar oldum son zamanlarda. Nitekim “Anne, biz de kamp yapmaya gidelim.”, “Anne ben de buz hokeyi oynamak istiyorum.” vs. gibi cümleleri sıralıyor gün içinde. “Oğlum, biz de o tip şeyler pek yapılmıyor!” demekten dilimde tüy bitti. Bazen de utanıyorum artık o yok, bu yok, hatta bu da yok, demekten.

    Özgüven sahibidir Selim. Oysa şimdi Caillou’yu izlerken aşağılık kompleksiyle tanışma tehlikesi mevcut. Caillou uçağa biniyor ve hostes  ismiyle hitap ediyor ona, pilot desen pilot kabinine davet ediyor onu, ya da polis arabasına bindirip anons yaptırıyor, itfaiyeci yanına alıyor, makinist trenin düdüğünü çaldırıyor, okul servisinin şoförü öylesine okula götürüp getiriyor kısaca özne hep Caillou oluyor. Ve diğer çocuklar figüran oluyor hep. Oysa uçağa sayısız kez binen Selim’in pilotla tek ilişkisi duyduğu ruhsuz anonstur. Polislerle sıcak teması nispeten olmuştur. O da pasaport işlemlerimiz sırasında kurduğu diyaloglar vesilesiyledir. Servis şoförü, değil okula öylesine götürmek, mecburen götüreceği  çocuğu götürmeye imtina etmektedir.

    Bir de Caillou’nun annesi ile kendi annesini karşılaştırma tehlikesi vardır Selim’in; ki en çok korktuğum da budur. Zira bir tarafta sonsuz hoşgörülü, her daim yumuşacık ses tonuyla konuşan, hep anlayışlı ve ilgili  bir anne profili, bir yanda bir hoşgörülü-bir tahammülsüz, bir sakin-bir çıldırmış, genelde deli, tutarsız, işlere boğulmuş bir anne profili vardır. Dilerim bunca akıl yürüten Selim, Caillou ile kendini de karşılaştırır da soğumaz annesinden. Nitekim Caillou berbat davranışlarında ısrarcı değildir asla.

     -Caillou kardeşine öyle davranmamalısın, der annesi mesela.
    -Ta-maaaaaaaaaaam! der, çekilir gider Caillou’da..Bir daha da tekrarlanmaz o berbat davranış.
     Oysa bizde öyle mi ki?
    -Selim, kardeşine öyle davranmamalısın!!! Selim cevap dahi vermez, kardeşinin orasını burası sıkmaya ve çimdiklemeye devam eder.
    -Oğlum yapmasana, bak ağlıyor kardeşin! Selim gene aldırmaz. Kardeş canhıraş bir biçimde ağlar.
    -Selim yapmasanaaaa! Bağrılınca silkinen Selim, korkarak kaçışır odasına.

    Bir de bilmediği şeyleri fark etmesine sebep oluyor seyrettikleri. Mesela gökgürültüsünden korkmayan çocuk, bundan korkan Caillou’yu görünce böyle bir korkunun farkına varıyor. Sonra  geceleri odasında yalnız kalmaktan, karanlıktan, gölgelerden korkulabileceğini farkediyor. Bir de utanma duygusu var, kendine zar zor uydurmaya çalıştığı Selim’in. Selim oldukça girişkendir. Kimseden çekinmez, hemen konuşmaya girişir. Şimdi Caillou’dan edindiği bu saçma duyguyu kendi üzerine oturtmaya uğraşıyor. Biri -merhaba-dese cevap vermiyor ve -ben utanıyorum anne-diyor muzır bir şekilde gülümseyerek. Ona ısrarla birilerinden utanmanın anlamsız olduğunu, insanın yaptığı kötü davranışlardan, sarf ettiği kötü sözlerden yahut mahreminin başkaları tarafından görülmesi durumunda utanmasının anlamlı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Aslında iyi niyetle, öğreti amacıyla verilen bu bölümler; bu tip davranışlara sahip olmayan çocukta saçma sapan bir şeye dönüşüyor, yapmacık ve zoraki korkular, davranışlar çıkıyor ortaya. Dilerim zorlaya zorlaya kalıcı hale getirmez bu tip davranışları.

    Düşününce bir kez daha farkediyorum ne denli harika olursa olsun bir film, çocuğa tek başına izlettirilmemeli. Hatta bir kere beraber izledim, sorun yok, deyip sonrasında çocuk başbaşa bırakılmamalı o şeyle. Zira her an büyüyüp, değişen çocuk bir an etkilenmediği bir olaydan bir başka gün etkilenebiliyor. En iyisi bir yetişkinle ve aktif bir biçimde seyrettirilmeli. Ve çocuğun hassasiyetine göre gerekli yerde müdahale etmeli hemen. Uyanık olmalı velhasıl.

    Sevdiklerim – Kült Çocuk Kitapları

    “Bologna Çocuk Kitapları Fuarı, 2004 Yılı New Harizons Avrupa En İyi Çocuk Kitapları” ödülü kazanmış bir serisi var Odtü Yayıncılık’ın. Henüz keşfettiğim ve hayranı olduğum. Kitabın illüstrasyonları da,  hikayeleri de gerçeküstü ve harika. Hikayeler bildiğimiz hikayelerden değil asla.  Kült film tadında. Okurken su gibi akıp gitmiyor, duraksayarak, düşünerek dinlemeye sevk ediyor. Selim’in deyimiyle; -beyin fırtınası- yapıyoruz

    kitabın hikayesi hakkında. Okurken kitabın ne demek istediğini, nereye varmak istediğini çıkaramıyorsunuz hemen. Bazen endişelenmiyor da değilim, doğru anlıyor muyum, anlatabiliyor muyum Selim’e diye. Üstelik emziren bir anneyseniz işiniz daha da zor. Malum emziren anneler hafif aptallaşırmış, çocuğuyla mutlu mesut olsun, dünya derdiyle uğraşmasın, o değerli süte de bir zeval gelmesin diye sanırım. Hikayelerin teması davranış odaklı; Sadakat, dostluk, doğa sevgisi, paylaşım, farklılık, farkındalık, hayal gücü, birlikte yaşam gibi. Çizimlere gelince; sayfalarca yazabilirim bu konuda. Her bir kitapta bir başka modern resim tekniği kullanılmış adeta. Utanmasam kimi Picasso, kimi Klimt, kimi Munch diyeceğim. Kısaca her biri sanat eseri değerinde deyip keseyim.



    Çocuk Oyalama ve Faydalı Filmler

    Selim’in Kolik Dramı efsane idi. Kolikle başlayan günlerin ardından her aşama nerdeyse aynı zorlukta ilerledi. 4. aydan itibaren yeterli kiloyu alamayınca ek gıdaya başladık. Benim acemiliğim ile onun yüksek duyarlılığı birleşince ortaya dramatik manzaralar çıkıyordu.

    4 aylık bebeği yedirmek için oyalama taktikleri yanıtsız kalıyordu çoğu zaman. Türlü şakbanlıklarla, binbir eziyetle, saatler harcayarak tamamladığım yemek seremonisi,
    bir sonraki öğüne dek kendimi şanslı addetmeme sebep olsa da bazen iğneyle kuyu kazmak misali yedirilen yemek 1 saniyede geri püskürtüldüğünde kolikten de öte bir drama şahit oluyordum. Bu kez anne çaresizliği, kul acziyeti, ilk bebek beceriksizliği, her nevi sıkıntı baş gösteriyordu. Selim biraz büyüdükçe ilerleme kaydeder olduk. Bazen ev eşyaları, bazen kendi oyuncaklarıyla türlü oyunlar, bazen zor durumlarda kullanılmak üzere henüz ortaya çıkardığım zulamdaki bir başka oyuncak, bazen delisi olduğu bir leğen dolusu su , bazen kitaplar ve çoğunlukla da çizgi film, animasyon, kısa film, fragman ne varsa kullanır oldum bu sırada. Bazen de hiçbirinin işe yaramadığı oluyordu ya, neyse..

    Şimdi baktığımda görüyorum ki; çok zor geçen bu sürecin aslında Selim’e de bana da kattığı çok şey oldu. Bir kere Selim’le çok yakın, sımsıkı zamanlar geçirdik. Dile kolay günde en az 4 öğün, 1 saat kadar sürüyordu her bir öğün. Konuşarak, koklaşarak, sorarak, sorgulayarak, tartışarak, gülerek aynı şeyleri defalarca izledik beraber. Belki şimdi o yüzden birşey izlerken yanında birini ister ve devamlı konuşur, tartışır izlediğini. Her ne kadar yemek yemeyi tek eylem haline getirin, tv karşısında yedirmeyin dense de ve ben de katılsam da bu fikre, pişman değilim böyle olmasından. Bu halin ikimize, yakınlığımıza, Selim’in ufkunun genişlemesine, bilgi ve kelime dağarcığının genişlemesine ve umudum odur ki zihninde iyi hatıralar bırakan anlar oluşmasına vesile olduğunu sanıyorum. Kimbilir böyle olmasa ona daha az vakit ayıracaktım, o yemeğini rahat yerken ben başka işlerle meşgul olacaktım. Hem şuursuzca da terketmedim karşısına hiçbir filmin. Binlerce defa izlediğimiz, her karesini ezbere bildiğim şeylerdi seyrettirdiklerim. Üstelik bu sırada Moskova’da idik. Filmlerin çoğunu Youtube’dan ediniyordum. Bu sayede Selim onlarca farklı dilden şey seyretmiş oluyordu. Belki yabancı dillere merakı da buradan geliyordur, kimbilir?

    Moskova’ya ilk gittiğimizde oturduğumuz ev korkunç derecede pisti. Üstelik  ev temizlemeye de müsait değildi. Zira banyoda gider, tuvalette musluk yok idi mesela. Selim  henüz emeklemeye başlamıştı. Her yeri cilalamam gerekliydi bana göre. İlk çocuk titizliği vardı üstümde üstelik. Temizlikçi diye gelen kızlardan biri tuvaleti temizlediği bezi mutfak tezgahına koymuştu ki o an benim için amelelik döneminin başladığı an oldu. Günler, gecelerce temizlik yaptım. Kaloriferleri söküp içlerini yıkayacak kadar, üstelik basbayağı altına leğen tut ve üstten su dök tarzında yıkayacak kadar delirmiştim  bu zaman zarfında.  İşte bu sırada imdadıma yetişen hep bu çizgi filmler oldu. Oturttum Selim’i mama sandalyesine, açtım bildik filmleri, peyderpey yaptım işlerimi. Ne Selim hırpalandı ne ben. Ben temizlikten hırpalandım olsa olsa.

    Bu zaman zarfında fayda sağladığım filmlere gelince; 
    • Baby Einstein Serileri ; bebekken çok faydalı oldu.  Baby Van Gogh, Baby Da Vinci, Baby Beethoven vs. ile gerek müzikleri, gerek kültürel bilgileri içten içe işleyisi, ilgiyi üzerinde tutma vs. çok başarılıydı. 
    • Teletubbies: Uzun süreli zapt etme konusunda oldukça işime yaradı. O moron tiplere yardımları için çok şey borçluyum.   
    • Elmo’s World Serisi: Ben çok memnundum bu seriden ancak Selim bazen sıkılabiliyordu. Selim burdan hem dünyaya dair çok şey öğrendi;  bilgi kapasitesi ve çeşitliliği arttı, kelime haznesi de. Geçenlerde tenor sesi çıkarmaya uğraşarak yanıma geldi ve “Anne bak ben opera sanatçısı oldum.” dedi. Bu bilgi Elmo’da vardı örneğin.  1 senedir hiç izlememesine rağmen unutmamıştı.
    • Doki Serisi; Çok başarılıydı ancak İspanyolca olduğu için tamamen anlaşılabilir değildi bizim için.
    • Minuscule; Bir Fransız efsanesi. Sanıyorum Selim’in hayvanlara yoğun ilgisi, onlarla kurduğu yakın bağ, hatta empati ve merhameti bu animasyon vesilesi ile oldu daha çok. 

    Ve daha bir çok irili ufaklı çizgi film, animasyon vardı. Hippo & Dog, Bebe Mais, Pixar’ın çılgın animasyonları, Baby Toonz… Şimdilerde ise ilgi sinema filmlerine kaydı daha çok. Özellikle Buz Devri Serisi, Nemo, Beni Aya Uçur (Fly me to the Moon), Bee, Shark Bait, Shark Tale gibi. Bir de belgeseller var çok sevdiği. BBC’nin Life (Hayat) belgeseli, dinozorlar, köpekbalıkları belgeselleri, Microcosmos, bir de March of the Penguins diye bir tane var ki içlerinde inanılmaz bir şey. Müzikler, çekimleri müthiş. Tam Fransız havası hakim belgesele.