Yükümü yükledim, gemimi teslim ettim sahibine. Geminin sahibi durur mu hiç, hemen cevap verdi arzuhalime. İlkin zihnimi berraklaştırdı, çocukları da durdurdu melekleriyle, böylece kudurmadılar da duruldular aksine. -Oyun Ablası- yazdım Google Search’e ilk önce. Ara dedim ve ilk sonucu çarçabuk inceleyip, aldım telefonu elime. Doğrusu uyuşuk Deli Anne pek cabbar kesildi birdenbire. Hızlı bir kaç görüşmeden sonra adaylar bir bir gelmeye başladı bize. Böylece başladı şenlik evimizde.
Selim ile Abla1 Selim’in odasındalar. Bir yandan oyunla meşguller, bir yandan sohbetteler:
Abla1: Müzik dinlemeyi seviyor musun?
Selim: Evet ama özellikle sert müzik. Mesela Kaplanın Gözü
(Eye of the Tiger- bahsi geçen şarkı. Sert müzik kelamını da kendi algısıyla buldu, o kalıbı bildiğinden değil. Ve ciddi bir biçimde Rock seviyor. Radyo frekanslarında dolaşırken genellikle Radyo Eksen’de durduruyor bizi ve hayır yıllar var ki Rock dinlemiyoruz)
Ve devam ediyor konuşmasına Selim:
-Ben büyüyünce elektro gitar çalacağım. Hem çalıp, hem de pedala basacağım. Bir de grubum olacak. Grubun lideri de ben olacağım.(Selim bir şey söyleyince bazen öylesine söylediğini sanıp savsaklıyoruz ama zamanla ne kadar yanıldığımızı anlıyoruz her defasında. En son dedi ki bana: ben birşeyi söyleyince boşuna söylemem! Elektro gitar konusu da buna örnek. Bir kere söyledi ve hep söyledi. Liderliğe gelince: grup ve hayvan sürüsü bileşiminden elde etmiş sanırım)
Yeni fotoğraf makinası alınca eskisini Selim’e hibe ettik. Sinemacı Yetiştirme Projeme destek olması maksadıyla. Abla2 geldiğinde çekim aşamasındaydı Selim. Konuya direkt daldı bu sebeple:
-Benim en sevdiğim şey fotoğrafçılık. Sizi çekebilir miyim? (Yeni tanıştığı yetişkinlere kendiliğinden -siz- demesi çok hoşuma gidiyor. Ama asıl hoşuma giden fotoğraf çekmek için izin isteme nezaketini göstermesi, bu inceliği kendiliğinden farketmesi idi.)
Abla2 ile Selim oyun oynamaya geçiyorlar ve bir yandan sohbet devam ediyor haliyle;
Abla2: Selim, sen okula gidiyor musun?
Selim: Benim bir okulum vardı ama taşındılar, sanırım Türkiye dışına. Japonya’ya ya da Amerikanya’ya.
(N’olacak bu çocuğun Japonya ve Amerika(n)ya sevdası? Hadi Amerika’yı anladım, dinozorları ve filmleri sorunca kaynak olarak oraya gösterdik, belki de ondan bu sevda ama Japonya konusunda hiçbir fikrim yok)
Laf olsun diye konuşmalara paye vermez Selim. Hele ki çocuklarla diyalog kurmayı onlarla inatlaşmaya ve cahiliye döneminden kalma iletişim taktiklerini kullanmaya kalkanlara tahammülü hiç yoktur. Baskıdan da annesi gibi hiç hazzetmez. Ne yazık ki Abla3 tam da aksi yönde idi Selim’le. Selim oyun isterken o ısrarla soru yağmuruna tutuyor ve bir türlü sorusundan vazgeçmiyor, takılmış plak gibi aynı şeyde diretiyordu.
Abla3: Sen saymayı biliyor musun?
Selim: Biliyorum.
Abla3: Kaça kadar sayabiliyorsun?
Selim: Bine kadar.
Abla3: Bine kadar mı, say bakalım!
İşine gelmeyen sorularda başka konular atar ya ortaya gene öyle yaptı:
Selim: Dinozorlarla oynayalım mı, sen garnotorusu al ben…
Abla3:Saysana Selim, kaça kadar sayıyorsun?
Selim: Ben triceratopsu alıyorum. Burda da velosiraptorlar ve parasaurulopuslar va…
Abla3: Saysana Selim, hadiii… Bu cümle değişik versiyonlarla defalarca kullanılınca abla tarafından, ben müdahale etmemek için kendmi zor turarken Selim kesti hikayeyi ve
-Offf! Sayma konusunu kapatalım artık! Sen hep saymaktan bahsediyorsun! (Bu diyalog ne yazık ki sırayla gitmedi, konuşmalar içiçe idi, birinin söylediği diğerinin üstüne bindi devamlı)
Belgesel aşığı Selim’e yılbaşı hediyesi olarak
Life (Hayat) Belgeseli‘ni aldı İlter. O günün sabahında da izledi gene bir kaç bölüm, ardından Abla4 geldi ve odasına geçtiler Selim’in. Bir parça sessizlik oldu nasılsa ve atıldı Selim:
– Biz de bir belgesel var, doğum günü hediyem. Life yani Hayat Belgeseli. Orda gümüş sırtlı maymunlar var, et yiyorlar. Ben daha önce maymunların et yediğini bilmiyordum. (Büyük insan gibi konu açma teşebbüslerinden biri Selim’in. Belgesel çocuğu BilimSelim olunca havadan sudan konuşmak için konunuz da hayvanlar oluyor gene. İlginç olan yetişkinler gibi bu tanışmalar sırasında hafiften bir gerginlik hissedip, konu açmaya çabalaması idi. Ve daha ilginç olan konuyu açanın abladan ziyade Selim’in olmasıydı)
Abla4: Renklerin ingilizcesini biliyor musun Selim?
Selim: Eveet.
Abla4: Bana öğretebilir misin?
Selim: A, evet tabi. (Hiç düşünmeden evet dedi. Gel sana bir şey öğreteyim denmesine, asla olumlu cevap vermez ama -sen bana öğret- cümlesine hayır demediğini bu vesileyle öğrendim)
Selim’in şu 2 katlı ikea yatağından var. Hani tenteli olan. Alt katına da -Kuncik- ismini vermişler teyzesi ile. Oraya girip kitap okutmayı pek sever. Abla5 geldiğinde de oyun isteklerini tamamen reddedip Kuncik’e girelim diye tutturdu. Abla5 de ilk kez geldiği evde sereserpe yatmak istemedi haliyle, reddediyor ve -oyun oynayalım, yorulunca gideriz- oraya diyor. Selim sıkıştırıp duruyor, gidelim diye ısrar ediyor. Defalarca sordu ve ertelenince isteği her defasında, atıldı:
-Sen de ne enerjikmişsin yahu! (Mesele kitap okunması mıydı yoksa 5 yaş libidosu mu şüphelendim doğrusu bunca ısrara karşın)
Duyuları ve algıları çok açıktır Selim’in. Güzel koku delisidir mesela. Yanısıra her türlü kokuyu alır. Yüzünde minik bir çizik olsa ve bir milim kanasa kokusundan anlar. Yüze krem sürünce gidip gelip koklar, parfümleri sever, gül kokusunu pek sever ve haliyle Peygamber Efendimizi, parfümlerimi çok kurcalar, sonunda bir şişe gözümden sakındığım Christian Dior Addict’i boşaltır ve bir hafta kokunun yoğunluğundan bayıltır, AVM’lerde oyuncakçıdan ziyade sabuncularda vakit geçirir, el kadar çocuğa boy boy sabunlarla döneriz eve. Dolayısıyla güzel kokan insanları sever. Çoğunlukla da kadınları. Abla5 de güzel kokuyordu. İyice yaklaşmış olduğunu tahmin ediyorum bu sırada:
Selim: A, tenin çok güzel kokuyormuş!
Abla6 ile odasındalar gene. Evde boy boy çizdiği resimlerden birini hediye ediyor ona ve ekliyor;
– Ben seni, Zuzu ablayı, ve ilk ablayı sevdim. Sevdiğim için de kendi yaptığım bu sanat eserini(!) vermek istiyorum sana.
Abla6’ya kalp çizmek istiyor. Abla6 ondan önce davranıyor. Ardından hem çiziyor hem de anlatıyor;
– Ben öyle kalp yapmıyorum. Ben şöyle yapıyorum. (3 parçada tamamlıyor çünkü) Türkler böyle yapar! (Sanırsın çocuğa -sen Türksün, Türkler böyle yapar, hay Hitler!- diyen bir aileyiz)
En son karar aşamasında sordum Selim’e. Hangi abla gelsin istersin diye. Üçünden de vazgeçmedi. Üçü birden gelsin dedi. Birini seçtik haydi hayırlısı!