Selim’in Kolik Dramı efsane idi. Kolikle başlayan günlerin ardından her aşama nerdeyse aynı zorlukta ilerledi. 4. aydan itibaren yeterli kiloyu alamayınca ek gıdaya başladık. Benim acemiliğim ile onun yüksek duyarlılığı birleşince ortaya dramatik manzaralar çıkıyordu.
4 aylık bebeği yedirmek için oyalama taktikleri yanıtsız kalıyordu çoğu zaman. Türlü şakbanlıklarla, binbir eziyetle, saatler harcayarak tamamladığım yemek seremonisi,
bir sonraki öğüne dek kendimi şanslı addetmeme sebep olsa da bazen iğneyle kuyu kazmak misali yedirilen yemek 1 saniyede geri püskürtüldüğünde kolikten de öte bir drama şahit oluyordum. Bu kez anne çaresizliği, kul acziyeti, ilk bebek beceriksizliği, her nevi sıkıntı baş gösteriyordu. Selim biraz büyüdükçe ilerleme kaydeder olduk. Bazen ev eşyaları, bazen kendi oyuncaklarıyla türlü oyunlar, bazen zor durumlarda kullanılmak üzere henüz ortaya çıkardığım zulamdaki bir başka oyuncak, bazen delisi olduğu bir leğen dolusu su , bazen kitaplar ve çoğunlukla da çizgi film, animasyon, kısa film, fragman ne varsa kullanır oldum bu sırada. Bazen de hiçbirinin işe yaramadığı oluyordu ya, neyse..
Şimdi baktığımda görüyorum ki; çok zor geçen bu sürecin aslında Selim’e de bana da kattığı çok şey oldu. Bir kere Selim’le çok yakın, sımsıkı zamanlar geçirdik. Dile kolay günde en az 4 öğün, 1 saat kadar sürüyordu her bir öğün. Konuşarak, koklaşarak, sorarak, sorgulayarak, tartışarak, gülerek aynı şeyleri defalarca izledik beraber. Belki şimdi o yüzden birşey izlerken yanında birini ister ve devamlı konuşur, tartışır izlediğini. Her ne kadar yemek yemeyi tek eylem haline getirin, tv karşısında yedirmeyin dense de ve ben de katılsam da bu fikre, pişman değilim böyle olmasından. Bu halin ikimize, yakınlığımıza, Selim’in ufkunun genişlemesine, bilgi ve kelime dağarcığının genişlemesine ve umudum odur ki zihninde iyi hatıralar bırakan anlar oluşmasına vesile olduğunu sanıyorum. Kimbilir böyle olmasa ona daha az vakit ayıracaktım, o yemeğini rahat yerken ben başka işlerle meşgul olacaktım. Hem şuursuzca da terketmedim karşısına hiçbir filmin. Binlerce defa izlediğimiz, her karesini ezbere bildiğim şeylerdi seyrettirdiklerim. Üstelik bu sırada Moskova’da idik. Filmlerin çoğunu Youtube’dan ediniyordum. Bu sayede Selim onlarca farklı dilden şey seyretmiş oluyordu. Belki yabancı dillere merakı da buradan geliyordur, kimbilir?
Moskova’ya ilk gittiğimizde oturduğumuz ev korkunç derecede pisti. Üstelik ev temizlemeye de müsait değildi. Zira banyoda gider, tuvalette musluk yok idi mesela. Selim henüz emeklemeye başlamıştı. Her yeri cilalamam gerekliydi bana göre. İlk çocuk titizliği vardı üstümde üstelik. Temizlikçi diye gelen kızlardan biri tuvaleti temizlediği bezi mutfak tezgahına koymuştu ki o an benim için amelelik döneminin başladığı an oldu. Günler, gecelerce temizlik yaptım. Kaloriferleri söküp içlerini yıkayacak kadar, üstelik basbayağı altına leğen tut ve üstten su dök tarzında yıkayacak kadar delirmiştim bu zaman zarfında. İşte bu sırada imdadıma yetişen hep bu çizgi filmler oldu. Oturttum Selim’i mama sandalyesine, açtım bildik filmleri, peyderpey yaptım işlerimi. Ne Selim hırpalandı ne ben. Ben temizlikten hırpalandım olsa olsa.
- Baby Einstein Serileri ; bebekken çok faydalı oldu. Baby Van Gogh, Baby Da Vinci, Baby Beethoven vs. ile gerek müzikleri, gerek kültürel bilgileri içten içe işleyisi, ilgiyi üzerinde tutma vs. çok başarılıydı.
- Teletubbies: Uzun süreli zapt etme konusunda oldukça işime yaradı. O moron tiplere yardımları için çok şey borçluyum.
- Elmo’s World Serisi: Ben çok memnundum bu seriden ancak Selim bazen sıkılabiliyordu. Selim burdan hem dünyaya dair çok şey öğrendi; bilgi kapasitesi ve çeşitliliği arttı, kelime haznesi de. Geçenlerde tenor sesi çıkarmaya uğraşarak yanıma geldi ve “Anne bak ben opera sanatçısı oldum.” dedi. Bu bilgi Elmo’da vardı örneğin. 1 senedir hiç izlememesine rağmen unutmamıştı.
- Doki Serisi; Çok başarılıydı ancak İspanyolca olduğu için tamamen anlaşılabilir değildi bizim için.
- Minuscule; Bir Fransız efsanesi. Sanıyorum Selim’in hayvanlara yoğun ilgisi, onlarla kurduğu yakın bağ, hatta empati ve merhameti bu animasyon vesilesi ile oldu daha çok.
Ve daha bir çok irili ufaklı çizgi film, animasyon vardı. Hippo & Dog, Bebe Mais, Pixar’ın çılgın animasyonları, Baby Toonz… Şimdilerde ise ilgi sinema filmlerine kaydı daha çok. Özellikle Buz Devri Serisi, Nemo, Beni Aya Uçur (Fly me to the Moon), Bee, Shark Bait, Shark Tale gibi. Bir de belgeseller var çok sevdiği. BBC’nin Life (Hayat) belgeseli, dinozorlar, köpekbalıkları belgeselleri, Microcosmos, bir de March of the Penguins diye bir tane var ki içlerinde inanılmaz bir şey. Müzikler, çekimleri müthiş. Tam Fransız havası hakim belgesele.