Her ne kadar kilolar bedenimi sahiplenseler de ben onları benimseyemedim, şişmanlığı kabullenemedim. Eskiden alışverişe çıkmaya fırsat arayan ben şimdilerde kendime dair birşeyler bakmayı mümkün olduğunca erteliyorum. Çok çaresiz kaldığımda ancak giyecek birşeyler alıyorum. Çarçabuk ve özensiz! Dışarı çıkmayı sevmiyorum bu sebepten. Nitekim evde kendi halimde, abdalımsı kıyafetlerle, aynalardan yüzümü çevirerek mutlu mesut yaşıyorum. Lakin ne zaman dışarı çıkmaya kalksam, mecburen aynaya bakıyorum ve gerçekliğimle yüzyüze geliyorum. Kendimden gizlediğim hoşnutsuzluğum ayyuka çıkıyor vesselam. Bu sebepledir ki, dışarı çıkacağım zamanlar, oldukça tahammülsüz, alabildiğine sevimsiz ve çekilmez oluyorum.
Eski arkadaşlarla görüşmek istemiyorum mesela, o şaşkınlık ifadesi ile karşılaşmak, hele ki densiz sözler duymak istemiyorum. Yeni insanlarla tanışmak istemiyorum, nitekim ilk izlenimi mundar etmek istemiyorum. Memlekete gidemiyorum, bilhassa annemin fazlasıyla açıksözlülüğünden nasibimi almak istemiyorum. Nitekim annem en son İstanbul’a geldiğinde, beni en uygunsuz pozisyondayken yani Michelin* gibi katlanmış göbekle oturmuş vaziyetteyken yakalamış ve ben -işte geliyooor!- korkusuyla yüzüne dahi bakamazken; -kim derdi ki benim narin kızım bu hale gelecek diye!- diyerek bombayı patlatmıştı. Üstelik dediğine göre bir kaç gündür moralim bozulmasın diye kendini de tutmuştu.
Bir de kayınvalide tarafı var bu durumun. Kayınvalidem epeyce güzel ve bakımlı bir kadındır. İncecik, oldukça hoştur. Dış görünüşe ziyadesiyle önem verir. Hatta bu durum önem verdiklerinin başında gelir. Beni her gördüğünde yaşadığı hayal kırıklığını da anında sezdirir. Üstelik sezdirmekle de kalmaz, her karşılaşmamızda, -kilo vereceksin değil mi?- diyerek içindekini de dillendirir. Sevgili oğlunun yanına yakıştırmaz bu halimi bilirim. Kötü niyetli değil, annem gibi tutamaz kendini onu da bilirim, lakin ya ben neyleyim, ne diyeyim? Üstelik benim bir şey demiyor olmam onlarda bu devasa bedeni kabullenmişim izlenimi uyandırıyor ve diller daha da uzuyor, onu da bilirim. Bir de yetmezmiş gibi sineye çektikçe yemeğe saldırırım ve bu kısır döngü içersinde büyür de büyürüm! Enine!
Dün evin telaşesi içinde devinip dururken aynaya ilişti gözüm gayri ihtiyari. Manzara felaketti. Fazlasıyla haşır neşir olduğum çamaşır suyuyla lekelenmiş tişört göbekle havalanmış, altta şekli ve şemali tamamen dağılmış pijama enine genişleyerek, bünyemi daha da abartmış, saç baş banyo buharı ile iyice kabarmış haldeydi. Tişörtümü düzeltmeye yeltenirken iğrendim bu görüntüden ve İlter’e seslendim -sence bu güzelliği, bu seksalepiteyi neye borçluyum?- dedim. Yetmedi, -benim bunca güzelliğimin seni ezmesin, kendini yanımda kötü hissetmeyesin- diye öz alaylarıma devam ederek bir de kocanın gözünde kendimi rüsvay ettim. Bir zamanlar kendinden memnun olan o kadın gitmiş, yerine kendi görüntüsüne tiksinti ile bakan bir kadın gelmiş vesselam, acıyla farkettim.
İki tane güzel çocuk bahşedildi bana. Binlerce şükürler olsun Allah’a. Lakin sanki bende olan ne varsa , aklım dahil onlara akmış, bana da bu yozluk kalmış. Ve gün boyu bakıp da doyumsuz güzelliğime (!) kah –Endamın Yeter- şarkısını, kah “Güzel ne güzel olmuşsun!”*** şarkısını döndrüp durdum içimde.
—————————————————————————————————————-
*Çalınmış Güzellik– Sevdiğim filmlerden biri. İsim ordan.
**Michelin benzetmesi elma yarım, bilge yanım Karmaşıksarmaşık‘tan.
***Pejmürde hale ithafen söylenen bu şarkı da Isoon‘dan dolandı dilime. Bir de Yaruze ile konuşmamızdan kalan.